16 Aralık 2008 Salı

***Ya Berr!***‏



Ya Berr!
Yoktum yokluğumun farkında değildim.
İyilik ettin var eyledin beni.
Anılmıyordum anılmaya değer değildim.
İyilik ettin insan eyledin beni.
Bilmiyordum bilmediğimi bilmiyordum.
İyilik ettin kendini bilir eyledin beni.
İnanmıyordum senin farkında değildim.
İyilik ettin inanlardan eyledin beni.
Kimsesizdim kendime dost arıyordum.
İyilik ettin dostun eyledin beni.
Yetimdim sahibimi arıyordum.
İyilik ettin rahmetine çağırdın beni.
Hatalıyım pişmanlık duyuyorum.
İyilik ettin kapına çağırdın beni.
Yüzüm yok kimseye yaranamıyorum.
İyilik ettin dergahına aldın beni.
Günahım çok senden utanıyorum.
İyilik ettin gufranına boğdun beni.
Senden iyilik istemeye ne hacet.
İstememi isteyişin zaten iyiliğin değil mi,
Senden istemeye ne hacet.
Vermek istemeseydin istemeyi vermezdin ki.
Ben sustum Ya Rab sen söyle iyiliğimi.
Senai Demirci




22 Kasım 2008 Cumartesi

İnsan VAV Şeklinde Doğar



İnsan VAV şeklinde doğar, Bir ara doğrulunca kendini ELİF
İnsan VAV şeklinde doğar, Bir ara doğrulunca kendini ELİF sanır
İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.
Kulluğun manası VAV'dadır, ELİF uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.
O yüzden Lafz-ı ilahi ELİF'le başlar. ELİF kainatın anahtarıdır, VAV kainattır.
Rabbi VAV gibi mütevazi olsun ister kulları.
Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü ELİF'te kalmıştır.
İbrahim ateşte VAV'dır, Nemrut bizzat ateşe odun.
Yunus, VAV olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.
İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında.
Boylu boyunca uzansa da kim rahattır mezarında?
VAV'ın ELİF'le münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengesi de o kadar düzgündür.
Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar.
Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur.Evvelde ELİF'tir, bir ilahi nefesle ahirde VAV olur kainat.
Manayı bilmeyenler VAV diyemez VAV derler..Buna anlamca vaveyla denir.Yani VAV olamadıkları için feryad edenlerin halidir.
ELİF bir ağaç ve insan onun dalıdır.Azrail budadıkça nefesleri daha gür çıkar sesleri.
Her biri Dal olur ve o ağaçtan beslenir. VAV olur o ağacın gölgesine sığınır.Ve ALLAH insana seslenir, Peygamber eliyle ulaşan mesajı hem dal hem VAV ol der insana.
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler; kötülüğe engel olurlar. Namaz kılarlar, zekat verirler. ALLAH'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara ALLAH rahmet edecektir. ALLAH şüphesiz güçlüdür, hakimdir."
Başkasının önünde eğilmek ne zordur. Birilerinin emri altına girmek ne ağırdır. Krallara boyun eğmemiş insan görmediği bir varlığa mı itaat edecektir?İnsan kendinin bile farkında değildir iki lam birbirine sarılıp kainatı ayakta tutan sütunlar gibi durmuştur elifin ardında, kainatın gezegenleri yuvarlanıp son harf misali peşinden giderken, insan yolculukta geri kalmanın acısını ne zaman anlayacaktır. Zordadır sığınacak yeri yoktur. Evrene ve seslere kulak verenler duyar yeniden o kutlu çağrıyı;
"Sabır ve namazla ALLAH'tan yardım isteyin. Rablerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve ALLAH'a gerçek bir saygı gösterenlerden başkasına namaz elbette ağır gelir"
Sonra çağırır insanı, belki cennet kokusunu duyurmak içindir bu davet, belki kendi yanına çağırıyordur.
İşte o ayet: "Secde et, yaklaş!"
Eğil ve ben senin başını göklere erdireyim, yıldızları ayağına sereyim, sana gezmekle bitiremeyeceğin cennetler, sayamayacağın nimetler vereyim demektir bu.
Secde et, VAV ol, vay dememek için la şey olan insan her şey demek olan Rabbinin önünde…!
(Hakan Türkyılmaz'dan alıntıdır)

19 Kasım 2008 Çarşamba

sıkıntınız mı var? 5 dk.nızı ayırın...





Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi.


Yıkık, perişansınız.


Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz.


Çoğunluk size küsmüş gibi.


Yalnızsınız.


Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz.


Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:


'Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı'(Duha-3)


Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin.


Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gam! ...


Bu ne büyük ferahlık değil mi?...


Başınızda ağır bir dert var.


Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor.


Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi.


İşte o an ayet yetişiyor imdada:


'Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var!


Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! '(İnşirah-5/6)


Garantiyi veren Allah !...


Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği 'mutlaka' ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor.


Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor.


Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş:


'Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş' Maddi sıkıntınız hat safhada.


Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz.


İflas ettiniz...


Sıfırı tükettiniz yani.


Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor: '


Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allahdilerse lütfuyla sizi zengin kılar.


Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.' (Tevbe-28 )


Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü.


Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar.


Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz.


Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size.


Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz.


Eyyub Nebi var Kuran'da...


Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate kavuşmuş.


Onun hali size dayanak oluyor:


Kulumuz Eyyub u da an, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti:'


Bak bana, meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!


Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun.' (Sad-41/43)


Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize.


Bir tutamak arıyorsunuz.


Ayet el veriyor size:


'Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır.


Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.


Allah bilir, siz bilmezsiniz.' (Bakara-216)


Rabbimiz , Rasülümüz Muhammed(s.a.v) , Kitabımız Kuran , Yolumuz Sırat-ı Müstakim!... Bizden bahtiyarı yok dünyada! ...


Her ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve başarı bizim.


Bunu da kafadan söylemiyoruz, Kuran konuşuyor:Vel Akıbetü lil Muttakin (Kasas-83):


Akıbet(hayırlı son, güzel sonuç) Müttakiler (takvayı kuşananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!...--


12 Kasım 2008 Çarşamba


Modernleşen Hayat Ve Çocuklar

Bizim çocukluğumuz köyde geçmişti, onlar çok güzel günlerdi, çocukluk aslında her zaman güzeldir. Çok eskiden demeyeceğim, bizim çocukluğumuzda, daha köylere siyah-beyaz televizyonlar gelmemişken köy evlerinde toplanırdık. Komşular akrabalar gelir onlar sohbetler eder bizde o tatlı sohbetleri dinlerdik bazen de çeşitli oyunlar oynardık. Kimi zaman da annelerimiz, ninelerimiz, dedelerimiz bize gece yarılarına dek süren destanlar, efsaneler ve hikâyeler anlatırlardı. Biz onları zevkle dinlerdik. Namaz kılmayı ve dualar öğretmeyi de ihmal etmezlerdi.
Ama her şeye rağmen çocukluk çok güzeldi yoksulluğa, fakirliğe rağmen yavan ekmek yemek bile insana lezzet verirdi. Eski çocuklar, belki bizden öncekiler daha da kanaatkârlardı ama bizde birçok konuda küçük şeylerle mutlu olan, bir lastik ayakkabı alındığında sevinen, bir kazağımız olduğunda onunla yatan bir nesildik. Hele birde oyuncak arabamız olduğunda bizden mutlu olan biri yoktu. Bu günler belki yokluktu gariplikti ama her şeyiyle güzeldi o günleri özlemiyorum desem yalan olur.
Yazın köyde işler çok fazla olduğundan çocuklar ya tarlada çalışmak ya da birkaç hayvanın ardında çobanlık yapmak zorundadır. Yazın tarlalarda, kırlarda ve bayırlarda geçerdi günlerimiz. Kuş yuvaların yerlerini öğrenmek bizim için çok gurur verici bir şeydi, yuvaya zarar gelmemesine çok özen gösterirdik. Hatta arkadaşlarımıza yuvayı anlatırken yuvada yumurta varsa taşlar var eğer yavru varsa pamuk var derdik, bu aramızda bir şifre idi nedeni de karıncalar böcekler duyup yuvaya zarar vermesinden korkardık. Yuvanın yıkılmaması çocuklar için o kadar önemliydi. Geçenlerde gazetelerde okuduğum bir haber beni derinden etkiledi. Haberde ülkemizde boşanmaların inanılmaz derecede yükseldiğinden bu boşanmaların yüzde yüzlere çıktığından bahsediyordu. Aklıma yuvası yıkılan çocuklar geldi. Bir kuşun yuvasının yıkılamaması için onca özen gösteren çocuk psikolojisi kendi yuvasının dağılmasını nasıl kaldırabilir, açılan derin yaraların tamiri mümkün mü? Acaba nedir bizi bu duruma sürükleyen?
Gel zaman, git zaman. İnsanlar yavaş yavaş modern yaşama geçtiler. Önceleri radyo girmeye başladı köylere ve güzelim masalların anlatıldığı evlere. Radyo yine belirli saatlerde kapanmayı bildi ve evimizin en güzide köşesindeki yerinde durdu hep. Ama radyo gerektiğinde susmasını bilen ağırbaşlı bir insan edasıyla yaşamını sürdürdü bizimle. O da gece yarılarına kadar süren sohbetlere, eğlencelere ve masal toplantılarımıza bizim gibi sessizce katıldı. Onu hep sevip saydık.
Radyonun bu saltanatı kuşaklar boyu sürmedi. Köylere çok yavaş da olsa televizyon girmeye başladı. Televizyonlar bildiğiniz gibi renkli yayın yapmıyordu. Ekran koruyucu camının durumuna göre renk veriyordu ama koruyucu camı kaldırdığımızda da gözleri kamaştıran siyah ve beyaz renklerinden başka bir şey kalmazdı. Ama bu da bizim o güzelim sohbet, oyun masalarımızı çalmaya yetti de arttı bile. Evlerde masal sohbetleri için yapılan toplantılar yerini ekran karşısındaki sessiz bekleyişe bıraktı. Modernleşme daha da hızlanarak renkli yayın verilmeye başlandı ve bir zamanların satın alınamayan siyah-beyaz ekranları da nostalji olup hızla kayboldular piyasadan. Ama gelin görün ki televizyon, radyo gibi uslu durmadı köşesinde. Mıknatıs gibi insanları kendine çekti. İşten güçten, çiftten-çubuktan etti. Sözü, sohbeti ve masallarımızı bitirdi. Hatta yuvamızı, benliğimizi ve insanlığımızı da bitirdi.
Bu zamanda çocuklar, televizyonun karşısından kalkıp oyun bile oynayamıyorlar, oyunlar sanal, sevgiler sanal, lezzetler sanal, maalesef çocukların sosyal hayatı ve arkadaşlık ortamı bile sanal, inşallah gençlerimiz geçmişini unutmadan özünü kaybetmeden teknoloji ile barışık bilimin ve teknolojinin zirvelerine ulaşırlar.
Hüseyin BAYHAN22 Eylül 2007




6 Kasım 2008 Perşembe

Su gibi..

Su gibi..
Şimdi sen su olduğunu düşün..
Şimdi sen su olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok...
Tükenmez...
İnanıyorum ki, gerçekten de öylesin. Ama ister çesmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak, dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani; seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın...
Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin...
Gürültünün parçası olursun sadece. Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünküÿ; su nasılsa burada, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye diye düsünürler...
Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi suyun durgun yerlerini bulabilmek için, gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler. Onlar için en uygun olan ve kendi istedikleri zamanda...
Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez...
Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol, su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!.. Sen bir su ol...
Ama rahmet ol, afet değil! Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme, sana felaket denmesin! Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!..
Su yüce Allahın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri...
Suya benzediğini unutma! Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez, tükenmez olduğunu da unutma. Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de kiyametler koparıcı olabileceğini unutma...
Unutma; senin işin rahmet olmak, afet değil ! Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe...
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun; seller, afetler gibi...
Tercih elindeydi hep ve hep de senin ellerinde olacak...
Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hiç durmadan konuştuğun için, sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken şu, değil mi? Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini...
Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin...
Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun kelimeleri seçmeye çalışacaksın...
Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin kıyıya yanaşmasını bekleyeceksin!..
Demeyeceksinki, ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.. Demeyeceksin ki, aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..
Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın, ama maalesef değil...
Ağzını açıp şelaleden dökülen suyu içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç ?..
Veya önüne çıikan ağaçları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü ? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler, beyni olan her yaratık gibi! Hadi... Sen şimdi su olduğunu düşün, ve kendini su gibi hisset...
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı...
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez, tükenmez olduğunu hatırla...
Ama yine su gibi bir küçük bardağın içine sığdır ki kendini; girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Hayat ver...
Vazgeçilmez ol !!..
alıntıdır..






18 Ekim 2008 Cumartesi

Cenab-ı Hakk'ın hangi ismine aynasınız?
Cenab-ı Hak, insanı güzel isimlerine ayna yapmıştır.
Bize düşen görev o aynayı Hakk'ın yolunda silmek, pak etmektir. Çünkü ayna kirli ise karşısındaki en güzel sureti bile puslu gösterir.
Acaba hiç düşündük mü evlilik hayatımızda O'nun (cc) hangi ismine ayna oluyoruz?
Evet, eşinizi sevin, hem de çok sevin ki, "Vedud" ismi, tecelli etsin üzerinizde. Onun acılarını yüreğinizde hissedin, dertlerini dert bilin. Ne kadar şefkatli ve merhametli olursanız Cenab-ı Hakk'ın "Rahman" ve "Rahim" isimlerine o kadar çok ayna olursunuz.
Eşiniz, hoşunuza gitmeyen bir davranışta bulunduğunda günlerce ona karşı kin tutmayıp, her fırsatta yüzüne vurmayarak affedin ki, "Gaffar" ve "Gafur" ismi, İşlediği kusur ve hatalarını başkalarına şikâyet ederek anlatmak yerine örtün ki, "Settar" ismi,
Gücünüz nispetinde cömert davranıp, paraları bankada tutup eşinizi tek kuruşa hasret bırakmayın ki, "Cevvad" ismi,
Eşinizin hak ve hukukunu koruyup, gözetin ki, "Müheymin" ismi ayna olsun. Fedakâr olun. Bununsa karşılığını eşinizden ziyade Allah'tan bekleyin. Ona lütuflarda bulunun ki,
"Latif" ve "Vehhab" ismi,
Onun mutlu olmasına engel olmak yerine mutluluk yollarını açın ki, "Fettah" ismi ayna olsun. Kulağınızı şikâyetlerine tıkamayın. "Bana ne o senin problemin" diyerek sıkıntılarından kaçmayın. Sözlerini işitin, şikâyetlerini duyun, isteklerini yerine getirin ki, "Semi" ismi, Çaresizliğini görmemezlikten gelmeyin. Sevinçlerini, kederlerini ve ihtiyaçlarını görün ki,
"Basir" ismi,
"Benim sıkıntım benim başımdan aşıyor. Bir de senin sıkıntılarınla mı uğraşayım?" demeyip, onun sıkıntılarından haberdar olun ki, "Habir" ismi, Olumsuz bir davranışı karşısında hemen "Sen zaten hep böyle yanlış yaparsın." diyerek yargılamakta acele etmeyin yumuşak davnanın ki, "Halim" ismi, İstemeden hep verici olun ki, "Kerim" ismi,
Sorularını cevaplayın, ihtiyaçlarını yerine getirin ki, "Mucib" ismi, Yapamadığı ve size başvurduğu işlerini yapın ki, "Vekil" ismi ayna olsun. İşten gelir gelmez TV'nin karşısına geçip oturmayın. Kafanızı gazeteye gömmeyin. Eşinizle candan dost ve arkadaş olun ki, "Veliyy" ve "Enis" ismi, Eşinizin bir gömleğinizi ütülemesinden, sevdiğiniz bir yemeği yapmasına kadar "Aman canım bu senin görevin. Zaten yapmak zorundasın." demek yerine yaptığı iyilikleri takdir edip teşekkür edin ki, "Hamid" ismi ayna olsun.
GÜLAY ATASOY 26 Eylül 2008, Cuma


14 Eylül 2008 Pazar

vazgeçilmezlere.....


vazgeçilmezlere.....
Bir gün bir doktora, "gerginlik ve tedirginlikten" şikâyetçi olan bir hasta gelmiş Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş Doktor,
— Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş Adam,
— Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş Doktor,
— Sana bir reçete vereceğim Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor! diyerek, yazıp eline vermiş
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış Reçetede, "Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin" yazıyormuş Hasta adam;
— Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş Doktor,
— Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, demiş
Evet, bulundukları noktada kendilerini "vazgeçilmez" gören; halbuki orada, problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varmayan insanlar için de, doktorun reçetesi geçerli değil mi?

İnsanlar Hakkında Hüküm Verirken

İnsanlar Hakkında Hüküm Verirken
Bilgeliğine şüphe duyulmayan bir adam çocukların hayat boyu sürecek bir ders vermek istiyordu. Oğullarının öncelikle insanlar ve hayatta hemen her konuda çabuk hüküm ve karar vermenin yanlışlığını öğretmek istiyordu.Bir gün dört oğlunu yanına çağırdı. En büyük oğluna, ülke dışını kış mevsiminde çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Daha küçük oğluna bahar mevsiminde yolculuğa çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Üçüncü sırdaki büyük oğluna da yaz mevsiminde yola çıkıp göreceği mango ağacını iyice incelemesini istedi. Oğullarının en küçüğüne ise sonbaharda yolculuğa çıkıp göreceği mango ağacını incelemesini söyledi. Mevsimler geldi geçti ve bütün oğulları yolculuklarını tamamladılar. Bilge baba bütün çocuklarını yanına çağırdı ve:
- Haydi, şimdi de görüp incelediğiniz mango ağacının özelliklerini bana anlatın, dedi.
Kışın yolculuğa çıkan en büyük oğlu:- Baba, ağaç sanki yanmış, kuru bir kütük gibiydi.
Ondan daha küçük olan, bahar mevsiminde yolculuğa çıkan oğul söze başladı ve:-Ağabeyim dediği yanlış, ağacın yemyeşil yaprakları her tarafını sarmıştı, dedi.
Üçüncü sıradaki oğul ise ağabeylerine itiraz ederek,- Sizin söylediğiniz gibi değildi, dedi, ağaç gül gibi güzel çiçeklerle donanmıştı.
Sıra en küçüğüne gelişti, o bütün ağabeylerine itiraz etti ve:- Siz hepiniz ne gördünüz bilmiyorsunuz, ağacın meyveleri vardı, ben tattım, tadı armudun tadına benziyordu, ağaçta armut ağacına benziyordu, dedi.
Şimdi konuşma sırası bilge babaya gelmişti. Bilge baba konuşmaya başladı ve şöyle dedi:
-Oğullarım, aslında hepiniz doğru söylüyorsunuz. Çünkü ağacı ayrı mevsimlerde gördünüz. İşte size hayat boyu aklınızda bulunması için öğüdümü vermek istiyorum: İnsanların hal ve tutum ve davranışları hakkında hüküm verirken, o insanların her mevsimini, her yönünü bilip bilmediğinizden iyice emin olduktan sonra karar verin!..


10 Eylül 2008 Çarşamba

Mutluluk recetesi


Amr Halid anlatıyor:
“Bir gün bir arkadaşım dedi ki bana;-Eşimi görmeye bile dayanamıyorum artık! Çok itici geliyor, yüzüne bile bakmak istemiyorum..O’na dedim ki; -Bak sana sihirli bir reçete söyleyeceğim, uygula bunu, sonuç alacaksın inşaAllah..-Yok dedi, artık hiçbirşey fayda etmez, bitti bu iş!Israr ettim, razı oldu.. 1 ay sonra geldiğinde gözleri parlıyordu;“Haklıymışsın” dedi..”Kalplerimizi toplayan Rabbime şükürler olsun” :)
Evet bu SİHİRLİ REÇETE yi uygulayalım inşaAllah..Hiç değilse şu ramazan boyunca..Sadece eşler arasında değil, tüm aile bireylerini kapsıyor, herkes için, bu formül..Anne-baba ve diğer aile üyeleriyle muamelede, gençler için de geçerli mesela..
Ne yazık ki; Şu asırda adeta elimizden kayıyor tüm değerlerimiz.. Batının albenili tuzakları bir bir çeliyor can tanelerimizi.. Bir bir avlanıyor taptaze yürekler pusudaki avcılarca:(
“Elimizde bir tek aile kaldı” derken, o da gitti gidiyor malum :( Bir şeyler yapmalıyız acilen..Bu son kale de elden gitmeden bir şeyler yapmalıyız geç kalmadan..İşte efendim, bu reçete bunun için hazırlanmış; Hedef Aile
İlk iş nedir? Aile içi alakaları pekiştirmek. Nasıl olacak bu? Aile içi alakalarımızı mutlaka düzeltecek, ailemizi muhafaza edeceğiz..İşte bunu başarırsak, tek tek aileler dirilirse-kurtarılırsa, ancak gelecekten umutlu olabiliriz!Efendimiz aleyhisselam bir hadislerinde şöyle buyurmustur; "Dünyada manevi cennete girmeyen, ahiret cennetine giremez." Bu hadisten öğreniyoruz ki insan hangi durum veya şartlarda olursa olsun, düşünebiliyorsa hala, mutlaka mutlu olacağı bir şeyler vardır demektir.
Gelin evlerimizi CENNETLERİMİZ yapalım!..
“Ailemle birlikte Allah’a ibadet edeceğim! “Evet hep birlikte, topluca!Ailemizle; Birlikte namaz kılacağız..Birlikte dua edeceğiz.. Birlikte Kur’an okuyacağız.. Rabbimize birlikte şükür edeceğiz Ve her “elhamdülillah” ta, Rabbimizin bize nimetlerini, O’nun tarafından nimetlendirildiğimizi düşüneceğiz.
Evet SİHİRLİ REÇETE :
Ailemle:1-Birlikte Kur’an okuyacağız; çeyrek hizb bile olsa2-Birlikte namaz kılacağız; 2 rekat bile olsa3-Birlikte Rabbimizi zikredeceğiz, 2 dakika bile olsa4-Birlikte dua edeceğiz; Kendi kelimelerimizle-dilimiz döndüğünce 2 kelime bile olsa5-Birlikte bir aileyi iftar ettireceğiz; Ama yemeklerin hazırlanmasına tüm aile katkıda bulunacak ve yemekten sonra sohbet, cay molası namazlar ve tekrar sohbet ve benzeri etkinliklerle zenginleştirebilinir.
Bakın ondan sonra nasıl Rabbimizin rahmeti iniyor tek tek evlerimize..Nasıl olmazları Olduruyor Rabbim..Nasıl CENNET ten bir köşe oluyor evlerimiz..Kalpler nasıl ısınıyor, nasıl diriliyor çöle dönmüş yürekler..
Deneyin!Hiç değilse şu ramazan boyunca..Sonuca siz de inanamayacaksınız!..



30 Ağustos 2008 Cumartesi

Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez...


Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez...

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu.Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.' Taksi şoförü bana, şimdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.Şoför pek çok insanın çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler.Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'Hayat %10 onuyla ne yaptığınız, %90 onu nasıl alıp karşıladığınızdır.
Sevgiyle kalın,alıntı...


22 Ağustos 2008 Cuma

EDEB






Allah'ı sevmek, Allah'a gitmek istiyorsan, maddi ve mânevi her işinde edeb ile gir, irfan ile çıkmaya çalış.

- Beni Rabbim edeblendirdi. Ve ne güzel edebledi.

- Âdemoğlunun edebden nasibi yoksa, insanlıktan çıkar.

- Edeble süslenmeyen akıl, silâhsız kahramandır.

- Edeb: Aklın dıştan görünüşüdür.

- Edeb: Eline, diline ve beline sahip olmaktır.

- Edeblerin anası, az konuşmaktır.

- Edeb olmadıkça asalet düzelmez.

- Edeb, şeytanı öldüren bir silahtır.

- Edeb, en hayırlı sanattır. Hakk'a giden yolun azığıdır.

- Edeb, olgunlaşmanın ilk şartıdır.

- Edebi terk eden, ârif değildir.

- Edebden mahrum olanları halk dışlar.

- Edebi olmayanın güvenilir ilmi yoktur.

- Hakikatten maksat, ancak edebdir.

- Hakiki edeb, nefsi terk etmektir.

- Ayıplarınızı edeble örtünüz.

- Hakiki güzellik, ilim ve edeb güzelliğidir.

- insanın ziyneti, edebin tamamıdır.

- Evlâdına edeb öğretmeyen, düşmanlarını sevindirir.

- Ruhen yükselmek, ancak edeble mümkündür.

- Akıllı, edebi edebsizden öğrenir.

- ilim şerefi ve edeble Âdem, melekten üstün oldu.

- şeytan, Allah'ın huzurundan edebi terk ettiği için kovulmuştur.






- Edeb dışı hareketler, feyzi keser. Ve sahibini sultanın gönlünden uzaklaştırır.

- Sohbet bir cesettir. Edeb ise, o cesedin ruhu ve güzelliğidir.

- imanın hakikatine ermek için, yakîn bilgi; yakîn için, ihlâslı amel; ihlâslı amel için, farzları edâ; farzları eda için, sünneti tatbik; sünneti tatbik etmek için de, edebi korumak lâzımdır.

- Edeb; insanı her türlü hatadan koruyan bilgi ve prensiplere sahip olmaktır.

- Her şey çoğaldıkça ucuzlar. Fakat edeb çoğaldıkça, değeri artar.

- Edeb, kendisinden yükseğini çok görmemek, kendisinden aşağısını da hor görmemektir.

- Alimlerin edebi ile edeblenmeyen, sünnet ve hadisle edeblenemez. Sünnet ve hadisle edeblenemeyen de âyet ve Kuran'la edeblenemez.

- Edeb güzelliği, kişiyi nesebe muhtaç etmez.

- Edeb, insanı utanılacak şeylerden koruyan melektir.

- Edeb, Rasûlullahın sünnetine uygun hareket etmektir.

- Edebden daha üstün şeref yoktur.

- Edeb kaidelerinin en alt derecesi, bir kimsenin, cehaletini sezdiği yerde durup, onu gidermesidir.

- ilim elde etmek isteyen, edebli olsun.

- iyi amel sahibi olmak isteyen, edebli bir şekilde ilim sahibi olmaya baksın.

- Muhabbet ehli, sevgi işinde iyi niyete sahip oldukça, edebleri artmaya başlar.

- Edeb, nefsi gerektiği şekilde terbiye etmek ve güzel ahlâk ile süslemektir. - Edeb, insanın mutlak bir fazilet kaynağıdır.

- Cennetteki makamlara, amel ve edeble ulaşılır.

- Edebin dostları: Hayâ, Samimiyet, Teslimiyet, Muhabbet, Niyet, itaat, Gayret, Sohbet ve Hizmettir






6 Ağustos 2008 Çarşamba

ÜSTAD NECİP FAZIL'IN GENÇLİGE HİTABESİ

GENÇLİĞE HİTABE
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik..."Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!"
şuurunda bir gençlik...Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır...
Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...İkincisi üç asır...
Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet.. Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında
"belhümadal - hayvandan aşağı"
dediği cücetaklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü ?... Son yarım asır!..
İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle,
madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında
ebedi helake mahkumiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören...
Bunları,yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık,
çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür
diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni
bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle
bütün "dikey"leri "ya tay" hale getirecek bir çığlık kopararak
"mukaddes emaneti ne yaptınız?"
diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin,
kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan,
meclisinin duvarında "Hakimiyet Hakkındır"
düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan
ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...Emekçiye "Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar
sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.!
Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla,
kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan
daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta
başı boş bırakılamazsın!" diyecek... Kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve Resul emrini
kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça
serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek...Kökü ezelde ve dalıi ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine,
diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan
ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa
çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı,
Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı
adamında bulduğunu sandığı şeyi,
o mübarek oluş sırrını,her sistem ve mez hebe ortada
ne kadar illet varsa devasının
ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin,
İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna,
İslâm âlemine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik... "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan
fert fert "ben varım!" cevabını verici,
her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!"
fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi
cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette usule,
stratejiye uygun bir gençlik...Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta,
ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin;
ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırdetmekte
kuyumcu ustası bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü,
yalancı ders kitabı,dema gog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı,takma diş fabrikası,
fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi,
temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek
bütün cemiyet müesseselerinden
aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek,
kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar
nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı
içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik... Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa,
gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini
beğenmeyecek, onlara "siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş
marka müslümanlarısınız !
Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden
hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek
müslümanlığın "na sıl" ını ve "ne idüğü" nü
her haliyle gösterecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu ,
hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle
manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak,
ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak
tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur
farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir genç lik...İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.
Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime
ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve
zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında,
uykusuz,su suz, ekmeksiz,başımı secdeye mıhlayıp bir ömür
Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken,
Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da
gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun... Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..
Necip Fazıl KISAKÜREK




Dedim ki; Çok Yalnızım…



Dedim: Çok yalnızım.

Dedin: ... فَإِنِّي قَرِيبٌ Ben ki sana çok yakınım. Bakara–186
Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedin: وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf–205
Dedim: Buda senin yardımını ister
Dedin: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ALLAH'IN sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur–22
Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.
Dedin: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ (Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud–90
Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım? Dedin:أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ ALLAH'IN, kullarının tövbesini kabul edeceğini… Ve ALLAH'IN tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe–104 Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.
Dedin: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (2) غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِِ ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3
Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?!Dedin: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًاALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer–53
Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın?
Dedin: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ ALLAH' tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran–135
Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'IM! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.
Dedin: إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.
Birden 'İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var' dedim. Sen de أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ 'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer–36) dedin.
Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا Ey inananlar! ALLAH'I çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap–41/43. Kendi kendime dedim: ALLAH'IM seni çok seviyorum.


5 Ağustos 2008 Salı

Bu bedeli kullar ödeyemez

Bu bedeli kullar ödeyemez
Evliyalardan birisine bir gün, "Efendim, İhlas hususunda en çok etkilendiğiniz bir olay yaşadınız mı?" diye sorarlar.
"Evet yaşadım" buyurur ve devam eder, Mekke-i Mükerreme'de altın kesemi kaybetmiş, parasız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim, (Param yok, Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?) diye sordum.
Berber o anda birini tıraş ediyordu. Hemen adamın yanındaki boş koltuğu gösterip, otur buraya dedi ve onu bırakıp beni tıraş etmeye başladı. Adam itiraz etti. Berber, kusura bakmayınız efendim dedi, sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi, Allah için olan işler önceliklidir ve bir bedeli yoktur yani Allah için olan işin bedelini kullar ödeyemez ve bilemez dedi.
Berber tıraştan sonra, cebime zorla birkaç altın sokuşturdu, acil ihtiyaçlarını karşılarsın, imkanım bu kadar kusura bakma dedi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. Asla alamam dedi ve ekledi, Allah için olan işin bedelini kullar ödeyemez demedim mi ben, var git işine, Allah selamet versin.
Helalleşip ondan ayrıldım ama tam kırk senedir ona dua ediyorum, ona dua etmeye doyamıyorum, gece kalkıp dua ediyorum.


Bugün ALLAH rızasını kazanmak için Ne yaptınız? Düşünsenize...! Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak birbirine sabrı ve hak'kı tavsiye edenler müstesna(Asr Suresi)

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Açık ve Kapalı Kapılar

Sıra sıra kapılar...
Kimi kırık, kimi açık, kimi kapalı..
Kiminden girmeyi bile aklımızdan geçirmediğimiz..
Kimine davet edilmeden girdiğimiz.
Hep kapılardan gireriz, hep kapıları kapatırız başka bir yere gittiğimiz zaman..
Kimi zaman açık bırakırız kapıları, kimi zaman gittiğimiz yerdeki kapıları açık bulmak isteriz..
Kapalı kapılar, merak celbeder..
Bazen ülfete meylettirir..
Bazen de yorulmak, emek vermek istemeyiz, sadece açık kapıları tercih ederiz..
Ama hayatta hem açık kapıların hem hiç açılmamış olanların bir anlamı bir değeri vardır..
Bazen bizden önce yoldan geçen, açık bırakmış, bazen anahtarı elimize bırakıp gitmiştir..
Sühuletle takip ederiz izleri, kolayca buluruz yolumuzu ve girdiğimiz kapıda huzura kavuşuruz..
Bazen, birileri açık kalması gereken kapılara bizden evvel ulaşıp, kapatmış, üstüne kilit vurmuş, anahtarını da bir yerlere gizlemiştir..
O zaman da emek gösteririz, mücadele ederiz, bazen yardım isteriz, ve nihayetinde zorluklarla açılmış kapılardan içeri gireriz..
Yolumuza devam ederiz...
Bu kapıda da ayrı bir huzur, ayrı bir hikmet, ayrı bir yol buluruz..
İşte böyle, giderken dünyanın başka başka yerlerinde, gezinirken başka başka halet-i ruhiyelerde, bir açarız, bir kapatırız kapıları..
Hayra götürecek kapıları ardına dek açmak,Bir hayır çıkmayacağını düşündüğümüz kapılardan kaçınmak, kapılarını sıkı sıkıya kapatmak gerek yolumuzda ilerlerken..
Kapılara şöyle bir bakmak, aralamak, temkinli olmak gerek..
Bakarsınız, kapı kapıyı aralar...
alıntı



***Kapılarınız mumlu kilitlerle açılmamak üzere kapalı olmasın!**

Kapalı kapılar var hayatımızda..Nicedir açmadığımız, bilerek kapattığımız, üstüne kör;mumlu bir kilit vurduğumuz kapılar..Bazen açmaya korktuğumuz, bazen ardındakilerle yüzleşmekten çekindiğimiz kapılar..Eski bir dostluk bazen, eskiden yapıp ettiklerimiz bazen..Eski "biz", eskimeyen izlerimiz..Kapıların ardında kalan..Hayatımızdan uzak durmasını istediklerimiz.Cesaretimizdir bu bazen, bazen yenilgimiz..Bazen hayretimiz, bazen isteklerimiz.Ne çok kapıyı kapattık dostlar, ne çok kapı kapandı yüzümüze.Nasıl kapılar açıldı, kapattıklarımızın yerine?...Masumiyeti, insafı kapatan insanlar gördüm, üzerlerine kör bir kilit taktıklarını..Anahtarlarını da dipsiz kuyuya attıklarını..Nice erdemin üzerine kapatılan kapıların yerine, ardına kadar zevk-ü sefanın ışıltılı kapılarının açıldığına şahit oldu bu yeryüzü..Kendisini sevenlerin üzerine kapılar çarptı yeryüzünde kimileri..Kimileri kendini gelip geçici "dünya"ya kapattı..Dünya, sadece kendisi için yaşayanlara en büyük kapalı kapı oldu...Kapattık bazı kapıları dostlar…kör bir kilit vurduk üzerlerine..Şimdi açılırlar mı yeniden, en tılsımlı sözleri söylesek?..Yahut yeni kapılar açsak, kaybettiklerimizin peşine düşsek..Kör kilitli kapıları açmak gerek dostlar..Biraz cesaret gerek belki..Gerçeklerle yüzleşmeye cesaret, gerçekleri kabullenmeye cesaret..Ve gayret, ve gayret…
Sevgiyle çaldığınız tüm kapıların ardına dek açılması dileğiyle…
Fettah isminin ışığına varıp kalp gözümüzü körleyen perdeleri açalım... Eşikte bekletmeyelim kimseyi ve kapıları açalım ... Küsmeyelim kimseye ve kapıları hep aralık bırakalım ... Her sözümüzü Fettah isminin sırrıyla açalım...


2 Ağustos 2008 Cumartesi

AHDE VEFA


AHDE VEFA

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki :- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.

Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- - Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret, dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin, dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr, delikanlıyı duydun, der. O yüce sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim. Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız. Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan):
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der. Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun yerine kefil oldun?. Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.'İNSANLIK ÖLDÜ 'dedirtmemek için kabul ettim, der. Sıra gençlere gelir, derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel babamızın kani yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI' DEMEYESINIZ DİYE…

1 Ağustos 2008 Cuma

İmtihanlar Diyarında SABIR ve DUA ile Yürümek


















Dünya…
Türlü çilelerle insan neslinin sınandığı en zorlu mekan…
Belki de ona imtihanlar diyarı demeliyiz. Çünkü burada yaşanan musibet ve belalar, muson yağmurları kadar etkili olur. Bazen öyle yağar ki etraf sele döner; hem de her önüne geleni götürecek kadar azgın bir sele…
Dedik ya; burası imtihanlar diyarı. Herkes farklı şekillerde imtihan oluyor. Her ademin farklı çilesi var bu diyarda. Kimi açlık, kimi korku, kimi malı veya canıyla sınanıyor. Rabbimiz bu gerçeği;
"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz"[1]
diye teyit etmektedir. Hele hele Mü'min iseniz, yani inandığınızı iddia ediyorsanız bu musibetler size öz anneden kardeş gibidirler. Yanınızdan asla ayrılmaz, sizinle uyur sizinle uyanırlar. Çünkü Mü'min olmak, diğer bir ifadeyle cennete talip olmak türlü sıkıntı ve çileyi peşinen kabullenmek anlamına gelir. Çünkü;
Allah müminlerin,canlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın almış [2] ve buyurmuştur ki;"İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece 'iman ettik' demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar"[3]
O nedenle Müslüman çile adamıdır. An gelir ezilir an gelir üzülür, fakat asla ümitsizliğe kapılmaz, asla yılgınlık göstermez, mücadelecilik ruhundan asla ödün vermez.Peki musibet ve bela yağmurlarının oluşturduğu o büyük sel baskınından korunmak mümkün değil mi?
Mümkün elbette…
Yanınızda her ihtimale karşı bir adet sabır simidiyle bir parça dua kemendi bulunduruyorsanız telaşlanıp korkmayın, zira yırttınız demektir. Sevgili Peygamberimiz öyle buyuruyor:
Sabır ile dua müminin ne güzel silahıdır.[4]
"Ya Allah!" deyip tutunun sabrın kollarına, ardından fırlatın dua kemendini selamet ikliminin kıyısına, sonra yönelin Cenab-ı Zülcelal'e bütün içtenliğinizle. Bakın nasıl da yeniden doğmuş gibi ferahlayacaksınız. İç dünyanızda nasıl da bayram şarkıları yankılanacak.
Bırakın musibetler başınızdan aşağı doğru yağmaya devam etsin. Bırakın alem, ateş topu olup peşinize takılsın. Hiçbiri sizi eskisi gibi etkileyemez! Ateşin zarar veremediği İbrahim Peygamber kadar güvendesiniz artık. Çünkü Siz Sabûr olan Hak Teâla'ya güvenip sabrettiniz, O'na yönelip yalvardınız.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir. [5] O sabredenleri sever. [6]
Eğer yanınızda sabır simidiyle dua kemendi taşıma gibi bir alışkanlığınız yoksa ve Hakk'a olan güveniniz pamuk ipliğine bağlıysa, o zaman akıntının savurduğu yöne doğru sürüklenmeye hazır olun.
Siz sürüklenirken iç dünyanızda anaforlar oluşur; tıpkı okyanuslardaki gibi, büyük ve ölümcül… Boğuluyorum zannedersiniz kendinizi. Ruhunuz daralır, benziniz solar, bakışlarınız sabitleşir. Artık maneviyat ikliminize, şimdilerin bunalım dediği ruh hali çöreklenmiştir. Bitkin dudaklarınızdan son bir gayretle imdat çığlıkları yükselir:
"Kurtarın n'olur!.."
Allâh-u Teâla'dan başka kurtarıcınız var mıdır ki sizi kurtarsın?
Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı Müslüman olarak al. [7]
Amin.
[1] Bakara 2/155[2] Tevbe 9/111[3] Ankebût 20/2[4] Künuzü'l-Hakayık, Deylemi[5] Enfal 8/46[6] Al-i İmra 3/146[7] A'raf 7/126

01 Ağustos 2008 Cuma 08:54 tarihinde saadet kıyak yazdı:

















***Hayırlı Cumalar...***















Renklerin toprağından fışkıran derin coşku, yağmurlarla buluştuğunda yüreğin tufandan kurtulduğu gün;
seher soluklu Cuma…
Canın coştuğu, ruhun kanatlandığı, gönlün güllerle güldüğü günde; zaman ötesinden kokular getirir zaman…
Sürgün saatleri serinletir melekût meltemler…
Mana maddenin önünde gizem kapılarını açar;
her şey anlam değerini dillendirir… Dilekler, dualar yükselir durmadan, saat-i icabeyi yakalamak için…
Cumanın kalbini yakalayanın kalbi duaları kabul olunur…
Ne isterseniz cevap verilir; düğümler çözülür, dertler dağılır, hayata renk gelir, renklere hayat…
Ubudiyet dua renkleriyle süzülür gönlün gökkuşağına…
Kulluk toprağından yükselen tefekkür çiçekleri güneşin renklerini görür ve gösterir…
Bereket yağmurlar yağar Rahmet bulutlarından… Toprağın kokusuyla, gökkuşağı renkleri coşku kuşlarını uçurtur sekine kanatlarıyla;
Dağların, denizlerin ötesinde, yıldızların yetişemediği, galaksilerin göremediği yöne doğru…
Kalp, cumanın kalbiyle bütünleşmiş, yönsüz ve zamansız iklimlerde renkleri ve kokuları geride bırakmış yitik yurdunu arıyordur; sonsuz saadet…
Latif ve Alim olan Rabbimiz dünya saadetiniz için Cuma'yı vesile kılsın, ahirette size ve tüm sevdiklerinize "Cuma Yamaçları" nasip etsin...
Hayırlı Cumalar...


Hüseyin BAYHAN
















31 Temmuz 2008 Perşembe

İlahi buyruk böyleydi


İlahi buyruk böyleydi; İnin oradan Adem ve Havva ile geldik asil diyardan Şeytan dedik, sınav dedik,gurbet dedik,İblis bile anladı da bir insan anlamadı bizi Bin yıl anlattık belki anlar diye,yeniden kurduk dünyayı , bindik gemiye Sel dedik, tufan dedik, Nuh dedik,sular bile anladı da bir insan anlamadı bizi Dolaştık durduk Ortadoğunun çöllerinde, put kırdık bayramın orta yerinde Hacer dedik, İsmail dedik, İbrahim dedik,ateş bile anladı da bir insan anlamadı bizi Yusufla çıktık ortaya Mısırdan, Ademin ruhunu üfledik zindandan Züleyha dedik, rüya dedik, hazine dedik, kuyular bile anladı da bir insan anlamadı bizi Kırk bin köleyle denize sürdük atımızı,kırk yıl çöllerde aradık andımızı Tur dedik, asa dedik, Musa dedik, denizler bile anladı da bir insan anlamdı bizi Kölelere yalvardık yedi kuşak, dost aradık bucak bucak Sofra dedik, mihrap dedik, Zekkeriya dedik, ağaç kovukları bile anladı da bir insan anlamadı bizi Süleymanla taht kurduk Kudüse, karıncaya sorduk içini döktü bize Baston kuruttuk, Belkısı çağırdık, hüdhüd dedik,kuşlar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Daha bebekken konuştuk, çaredir sandık, 12 dostla karanlığı sıvadık Ruh dedik, Meryem dedik, İsa dedik, çarmıhlar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Güneşe yol aradık çoluk çocuk, çok yangınlar söndürdü bu soluk Ashab-ı Kehf ile yine onu sorduk, Ölüm dedik, düğün dedik, koç dedik, alevler bile anladı da bir insan anlamadı bizi Şehre çıktık yedi gençle, yine başkaldırdık Ashab-ı Kehfle İlah dedik, Rab dedik, en büyük dedik, mağaralar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Dağda koyun güdüyordu Ahmed, mağarada oku dedi ona Es-Samed Kalemle yazdık, kitabı okuduk, yeniden bismillah dedik, çobanlar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Aba altında titriyordu büyük adam, dosta açıldı ilk yürek ve gam, feda olsun sana anam ve baba Haticeyle tutuştuk,Aliyle çoğaldık, namaz dedik, din dedik, obalar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Gezindik ağıllarda, gölgelendik ağaçlarda, Erkama gizlendik, Safaya çıktık Bağırdık Ukazda, imza ile tebşir ettik, tevhid dedik, paszarlar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Çadır çadır gezdik çölleri, terk ettik arka kapıdan nice illeri Gifara girdik, Ebu Zer dedik,yol kesene insaf dedik,eşkıyalar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Ne söylüyorsan doğrudur dedi bir adam, ışığın yüreğinle saçılsın işte küçük adam Sana canım feda bırak beni soksun yılan, mağaradan mehtabı seyrediyordu ışık adam Dost dedik, kafi dedik, örümcekler bile anladı da bir insan anlamadı bizi Bir evde kırk kişiyle basıldık, gelene kalsa kalacaktık,sarsıldı adem ben de sizdenim artık Ömerle dirildik, Kabeye yürüdük, Allahu Ekber dedik, sokaklar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Anlamadılar bizi, ne ev kaldı, ne ocak, çıktık yola ancak hesap sorulacak Yurt dedik, hicret dedik, devlet dedik, çöller bile anladı da bir insan anlamadı bizi Şarkılar nağme oldu,üzerimize ay doğdu, beklemedik bize bir hal oldu, şehre sığmadık Biz geldik, kardeş dedik, Ensar dedik, develer bile anladı da bir insan anlamadı bizi Bölüştük ne varsa ekmeği aşı, harç yaptık şehre sevgiyi barışı, bağrımızdan çıktı Bilalin haykırışı Hayyealesselah dedik, hayyealelfelah dedik,hançerler bile anladı da bir insan anlamdı bizi Üç yüz on iki kişiyle ovaya çıktık, yenilsek belki bir daha olmayacaktık O gün toprağı titrettik Lehül mülk dedik, kılıçlar bile anladı da bir insan anlamadı bizi Bu yıl Mekkedeyiz dedi peygamber, kalktık bir kere ya kılıç ya zafer Dört koldan girdik şehre birer birer ,bir asa devirdi putları teker teker Kabe bizim işte devrim, La ilahe illallah lehül hamd dedik,taş heykeller bile anladı da bir insan anlamadı Bilmiyorum belki bir daha çıkamam buraya, işte sırtım hakkı olan gelsin almaya Hazırlan dedi Cibril, karardı mehtap, geride birkaç kap ve bir kitap Hayır gidemezsin, kim gitti derse vurun Heyyula Yemuddur yaşayan yerinize oturun Refiki ala dedik, alemlere rahmet dedik, kara toprak anladı da bir insan anlamadı bizi İşte bilekler, işte yürekler,bir de anam ve atam, çaharyer güzin dost oldu dört güzel adam Ebu Bekir dedik, Ömer dedik, Ali dedik, Osman dedik, taş yürekler bile anladı da bir insan anlamadı bizi Düştü sahraya susuz Hüseyin, çatladı toprak, sızladı Ruhul-Emin Yine kalktık ayağa, Yol dedik, sünnet dedik, ayyaşa haram, dalkavuğa onur dedik,Su su dedik, Kerbela bile anladı da bir insan anlamadı bizi
-- BATTAL ÖZ

Mutluluğun formülü 40 ayette saklı..




















Mutluluğun formülü 40 ayette saklı..


İsra 37: Kibirli olma, alçakgönüllü davran.

Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.

Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.

Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.

Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.

Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.

Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.

Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.

Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.

Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.

Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.

İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.

Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.

Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.

Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.

Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.

Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.

Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.

Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.

Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.

Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.

Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.

Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.

Saff 2: Yalandan uzak dur.

Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.

Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.

Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.

En'am 50: Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.

En'am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.

Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.

Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.

İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.

İsra 23: Anne ve babana 'off' bile deme.

Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.

Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.

Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.

Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.

Necm 3: İnanma duygunu diri tut.

Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme

Gürkan Çelebi, 'Vahiyden Kalbe' adlı kitabından...

YORUMSUZ

30 Temmuz 2008 Çarşamba

İlham Veren Fikirler




















- Öfke, dilin beyinden hızlı çalıştığı bir tek durumdur.

- Geçmişi değiştiremezsin. Ama gelecek hakkında endişelenerek yaşadığın günü berbat edebilirsin.

- Sev. Sevileceksin.

- Allah, tercihi Kendisine bırakanlara en iyisini verir.

- Bütün insanlar aynı dilde gülümser.

- Herkesin sevilmeye ihtiyacı vardır. Bilhassa hak etmeyenlerin.

- Bir insanın serveti, ebediyete ne kadar harcadığıyla ölçülür.

- Gülümseme Allah'ın nurunun yansımasıdır.

- Herkesin bir güzelliği vardır. Ama herkes onu göremez.

- Ebeveynler, çocuklarına öğrettiği şekilde yaşarlarsa öğretebilmiş olurlar.

- Elindekiler için Allah'a şükret. Elde etmek istediklerin için de Allah'a güven.

- Kalbini dünün üzüntüleri, yarının endişeleri ile doldurursan, şükredeceğin bugünün olmaz.

- Bugün alacağın karar, yarın etkili olacaktır.

- Gülmeye de vakit ayır. Gülmek ruhun müziğidir.

- Sevgi, karşıtlıklara rağmen birlikteliğe devam etmekle güçlenir.

- Keskin balta kemik kırar. Keskin kelime kalbi.

- Bir zorluğun üstesinden gelmenin sadece bir yolu vardır: onun üzerine gitmek.

- Başımıza gelenleri itirazsız kabul ediyorsak, onun için şükretmeliyiz.

- Sevgi, ne kadar çok kişiye bölersek bölelim, azalmayan tek şeydir.

- Mutluluk henüz sahip olmadığın diğer şeylerle artar, ama onlara ihtiyacı yoktur.

- Birine kızgınlıkla geçirdiğin her saat, bir daha ele geçiremeyeğin 60 mutlu dakikadır.

- Nerede, nasıl ve kime denk gelirse, nasıl yapabiliyorsan öyle yardım et.

13 Temmuz 2008 Pazar

şefkat yangını


şefkat yangını

Kainatı sıksanız özünden şefkat damlayacaktır... Şefkat lafzı hecelenirken bile dudaklarda bir yumuşaklık belirtir...Şefkat nasıl bir iksirdir ki; bir tavuğu cesurca yavrusu hesabına aslana saldırtır, bir anayı ateşin yangınına atar yavrusu aşkına, bir aç canavarı yavrusu hatırına aç bıraktırır... ve şefkat neticesi merhamet...

Ne dir bu şefkat?...Niye verilmiştir?... Nedir bu iksirin kaynağı?. Hiç düşündünüz mü?... Öyle ki kimilerini yangınlara atar... Kimilerini acılara gark eder durur?... Bir masum çocuğun masum bakışlarındadır şefkat?. Veyahut bir ihtiyarın, kah bastonun ucunda, kah sırtında yılların biriktirdiği kamburundadır şefkat...neyi temsil eder bunlar?... Şefkat dedimya!... Nasılda şefkatimizi celbederler?… Hassas ruhlu insanlar daha bir hisseder şefkati yaşamlarında... Hele günümüz dünyasında yaşanan, ciğer yakan hadiseler de?... Masum bebeler, kadınlar ve ihtiyarlar nasılda katlediliyor, merhametsizce... İşte bunu hisseder hassas ruhlu, şefkatli insanlar yüreğinde... Daha hassas, daha ince ruhlulardan bahsedeyim size... Onlar bir bitkiye bile kıyamazlar... Öyle ki! buluttan kopan bir yağmur damlasının ayrılığına bile dayanamayıp ağlayı verirler, yağmurla beraber... Ve daima şefkatin neticesi tatlı bir elemle varlıklara merhamet duygusunu hissederler ruhlarında... Bir günlüğüne dünyaya göz açan kelebeklerin ölüm acısını hissederler...

Hatta bir anlığına dünyaya göz açıp vefat eden mahlukların acısını bile... Hele ki küçültülmüş birer kainatçık olan insana yapılan zulümleri kaldıramaz onların yürekleri... Tansiyonları fırlayı verir, yürekleri hoplar onların.... bir offf! lafzı çıkar taaa ciğerlerinden... Ve ortalığı yanık bir ciğer kokusu sarar.... Ateşsiz fakat yakan bir yangın... şefkat yangını... şefkat yangınıdır onlar.... Şefkat belamıdır insanın başına acaba?... Hayatımızı zehir eden, gözleri yaşartan, yürekleri yakan bir ezamıdır?... Nedir?. Hayır diyorum…cevap sual içinde gizli… şefkat insanlığını bozmamışlar için bir insan gereğidir... Öyle değimli ki şefkat, kainatın çarklarının kurulmasındaki en büyük nedenlerden biridir... Peki bu şefkatin kaynağı nedir?... Tabi ki şefkati sinelere kim takmışsa O... Sahip!... Bakın dünyanın dört bir yanına, şefkatle koşturulan analara… doğa ana diye isimlendirdiğimiz, aslı hakikatı gizli şefkatli bir elin zahire yansıması olan tabiatta buna dahil… Şuursuz bulutlar, şuurlu bir şekilde, nasıl merhametle koşturulur ihtiyaç sahiplerine?… Bir ağaç çamurlu suyla iktifa edip, yavrusu olan meyvelerine lüb denilen gıdaları yedirir… Canavar perçemli bir arslanın perçeminde görün şefkatin yumuşaklığını, nasılda kuzu gibi olur yavrusuna… Fir'avn gibi bir şeddat tüm erkek çocuları öldürürken nasılda şefkat edip üzerine titrer yavrusunun… Bunun cevabını ise: kainatı atkı ilmekleri gibi dokuyan bir şefkat elinden başka bir şeyle izah etmek mümkün mü?...

Peki neden hali dünya böyle?… Gizli şefkat eli neden dur demez merhametsizliklere?...Acaba dünya da çalkalanan ve dünyayı bulandıran şu merhametsiz hadiselere O bizden çok şefkat etmez mi?... Tabiki edecektir şefkatin asıl muciti... Fakat gelin görün ki bazı şeylerin faturaları başka mekanlara kesiliyor.... İşin içinde ince hesaplar ve büyük mükafatlar var... Zengin ve güçlü bir sahibimiz var…Zorlukta ve darlıkta çalışan her işçinin ( buna her varlık dahildir) mükafatını verecek bir Sahip…Hem de öyle büyük mükafatlar ki ne göz görmüş ne kulak işitmiş nede kalbi beşere hutur etmiş mükafatlar... Ebedi, kedersiz mükafatlar… Yetmez mi?... Bizlere gelince, biz acaba yaratılmışa, Yaratanından daha mı fazla şefkat edebiliriz?...Hayır asla ve kat'a... Bize düşen nedir şefkat yangınında?... Başta O na güvenmek…

Unutmayalım ki Onun bir ismide Es-Sabur dur… Zamanı gelince tüm haksızlıkları izale edecek zalimlere hak ettikleri cezayı verecek, mazlumlara merhametiyle mükafatı verecek... Ve diğer bir cilve ise; dünya imtihan, sınanma ve denenme yeri…Bize düşen ise şefkati hakiki sahibine verip, elimizin dilimizin ve kalbimizin yettiği, eriştiği kadar şefkatin Sahibi olana ayinedarlık etmek… Yani şefkat etmek tir varlığa… O bizleri bizlerden daha çok sever ve düşünür... Şimdi insanın dilinden of! lafzı yerine, oh! lafzı dökülecektir... Unutmayalım ki biz Ondan daha fazla şefkat edemeyiz, Onun olan bizlere ve herşeye... Bize düşen bize verilen ölçülerde şefkat etmektir varlıklara... Ve elimizin erişmediği durumda, dua ve tevekkül etmektir Ona… Dua dua isteyin, zengin ve güçlü Sahipten... Onda yok yoktur... İşte şefkat yangını nı söndürecek Rahmet suyu.... Mevlam zalimleri hak ettikleri cezaya ve mazlumları mükafatlarına eriştirsin... Hem dünyada hem ukbada...




Muammer Ceylan