30 Nisan 2009 Perşembe

***SİZ İYİLİĞİ NASIL YAPARSINIZ***‏





***SİZ İYİLİĞİ NASIL YAPARSINIZ***‏
Siz iyiliği nasıl yaparsınız?
Hayat boyu iyiliği yakalamak, iyi olmak için uğraş vermez miyiz. Hikayemiz bir anlamda -her şeye rağmen- iyi olma çabalarımızın tanıklığında şekillenmez mi.
Kimse kasten kötü olmayı istemez.
İnsan iradi olarak kötülük yapamaz, insan iradi olarak iyilik yapar.
Kötülük, fıtratı bozulmuş insanların alışkanlığı haline gelir, orada iradeye ihtiyaç duyulmaz.
İyilik ise, hem iradeyle hem de fıtratla ilgilidir. Bu “hayır döngüsü” zamanla kişinin huyu, hali, mizacı, karakteri olur.
Siz kime iyilik yaparsınız.
İnsan seçer misiniz iyilik yaparken. Onun duygusuna, düşüncesine de bakar mısınız, size yakın ya da uzak olmasına, ya aranızda çöller, okyanuslar olmasına…
Kime, neden, nasıl ve niçin iyilik yaparsınız.
İnsan olması yeterli değil midir?
Adını bilmeniz gerekir mi?
İyilik gördüğüne iyilik yapmak kolaydır, ya kötülük gördüğüne iyilik yapmak?
Bu durum çoğumuzu zorlar ve iyilikten alıkoyar.
Bunun için insanın kendini aşması, duygularını kontrol etmesi, iyilikte yeni bir ufuk yakalaması, dünyevi beklentilerden uzaklaşması, “rıza mertebesine” talip olması gerekir.
Peki bizi bu kadar kuşatan ve sürekli kendisine davet eden “iyilik” nedir, içimizde midir, dışımızda mı, bu duygu sonradan kazanılabilir mi?
İnsan yaradılış itibarıyla iyiliğe meyyaldir.
Ve insan yaradılış itibariyle “muhtaçtır”.
Bu bir eksiklik değil, bu bir insanlık halidir.
Bu iki durum da “iyiliğin inşası” için sunulmuş bir fırsattır insanlığa.
Sanki dünya ve içindekiler insanın iyi olması için tasarlanmış, Allah bunun için türlü türlü imkanlar yaratmış.
Fakat bu imkanların çoğu ya “idraksizliğimize” ya da “öfkemize” kurban gidiyor.
İnsan bir iyilik yolcusudur ancak bu yolda kimi engeller de vardır.
İyilikten ne beklersiniz?
Hiç iyilik yapıp da kendinizi kötü hissettiğiniz oldu mu?
Önünüze iyilik yapma fırsatı çıktığı halde ona kayıtsız kaldığınızda iç dünyanızda pişmanlık yaşamadığınız bir an var mıdır?
Acı çeken birini gözünüzü kırpmadan, kalbinizi sızlatmadan izleyebilir misiniz.
Elbette hayır, gerçeğin farkına vardığımızda hiçbirimiz ona ilgisiz kalamayız.
Fakat düşünün; ne kadar da iz iyilik yapıyoruz.
Bunu kendimize itiraf edelim.
Bana öyle geliyor ki, bu bizim kötülüğümüzden değil de, daha ziyade iyilik kavramını algılayışımızdan kaynaklanıyor.
İyilik sadece açları doyurmak, yoksulları giydirmek, çocukları okutmak mı.
İyilik sadece, fakru zaruret içinde çaresizliğe boğun eğenlere mi, hastalara mı, yaşlılara mı yapılır?
İyilik için Ramazanın o lahuti iklimi mi beklenilmeli, bayramların yolu mu gözlenmeli.
Bu kutlu zaman dilimlerinde iyilik kendiliğinden zirve yapar.
Elbette bunlar da birer iyiliktir ve insana iyi gelir.
İyilik yolcusu insan, bunlarla yetinmemeli, iyiliğin sınırlarını zorlamalı.
Çünkü sınırları geniş, ufku açık iyilik insana daha iyi gelir.
Peki iyilik sadece bedene mi yapılır?
Ne acı ki her şeyin maddeleştiği günümüzde iyiliklerimiz de pozitivist bir hüviyete kavuştu.
Elle tutulur gözle görülür şeylere büründü iyilik.
İyilik de, iyiliğe muhtaç olanı tespit de bu seviyeye düştü.
Sizi uzaktan izleyen aç bir insanın varlığını bile bile mükellef bir sofrada huzurla oturamazsınız, çünkü buna vicdanınız izin vermez, lokmalar düğümlenir boğazınızda, kendinizi suçlu hissedersiniz.
O anda sizi huzurlu kılacak şey, o meçhul kişiyle yemeğinizi paylaşmak olmaz mı!
Peki, aynı masayı paylaştığınız hali vakti yerinde birinin, varlıklı olduğu halde yaralı ruhunda fırtınalar kopsa ve bu da yüzüne acı acı düşse, huzurunuz hala yerinde durabilir mi?
Hisleriniz değişmez mi, içinize merhamet duygusu gelip yerleşmez mi?
İyilik yolculuğu, varlıklıdan yoksula tek yönlü bir gidiş değil ki…
Varlıklılık da yoksulluk da izafidir esasındı.
Hayat çok boyutlu ve çok derindir.
Varlıklı insanların da ihtiyacı vardır iyiliğe.
Belki de en fazla onların.
Yoksulların yardıma muhtaç olduklarını herkes bilir de, varlıklı insanların iyiliğe-yardıma muhtaç bulunduklarını pek az insan bilir, sosyal statü, kimlik, muhit, aidiyet bağları gibi faktörler iyilik çağrılarını ortadan kaldırır.
Hiç değilse çevrenize bir günlüğüne dikkat kesilin, herkesin ne kadar da muhtaç olduğunu, iyilik yapmak için sayılamayacak kadar fırsatın önünüze geldiğini göreceksiniz.
Kendi varlığına yabancılaşma gerçeği, mutsuz evlilikler, dağılmış aileler, erken biten aşklar, yaşama sevincini yitirmiş gençler, başarısızlıklara aşamama hali, iradelerin yılmışlığı, yalnızlığa mahkum olmuş yaşlılar, yenilmişlik duygusuna kapılmış kalabalıklar, umutsuzluk hastalığına tutulmuşlar, fikri bulanık ve ruhu yorgun insanlar, kendini eşya ile aldatanlar, az şükredip çok şekvayı alışkanlık edinenler, yolda olduğunu unutanlar, savrulmalar, bunalımdakiler, buhrandakiler…
Toplumda büyük bir sorun var, insanlar her şeye sahip olabiliyorlar, iyi imkanlarla yaşıyorlar iyi eğitim alıyorlar ama tatmin olamıyorlar, çünkü “hayat bilgisi” imkan ve eğitimle kazanılan bir şey değil.
Gerçek şu ki hayatın bilgisine vakıf değiliz.
Bunalımlar çağında insanı kurtaracak tılsımlı bir “söz” lazım. Bu söz de ancak hikmetle vücuda gelir.
İnsanlara lügatle seslenmek değil, onlara kalp diliyle ulaşmak lazım; duygularını, düşüncelerini anlamak, ızdıraplarını hissetmek, acılarını duymak ve gönülden paylaşmaya razı olmak lazım.
Bunun için “iyilik yolcusu” olmak ve bir gönül, bir de berrak bir lisan taşımak yeter.
Bu dünyada toklar da, zenginler de, tahsilliler de iyilik kapısının çalınmasını bekliyorlar.
En fazla körleştiğimiz en yakınımızdakiler de öyle…
Siz içinizde neyi büyütürsünüz, kimseye yer bırakmayan ve hızla sizi yalnızlaştıran, benliğinizi mi, herkesi içine alan iyilik duygusunu mu?
Fırsat bulunca kaçırmamak lazım iyilik yapma imkanını.
Hatta “muhtaç olanı herkesten önce görme” yarışına girip, herkesten önce ulaşmayı hedeflemeli insan.
İyilik iyidir ve herkese iyi gelir, yapana da yapılana da…
Siz nasıl yaparsınız iyiliği?
İlan ettiğiniz olur mu yaptığınız iyilikleri?
Bir mecliste yaptığınız bir iyilikten söz açıldığında utanır mısınız, yüzünüz kızarır mı?
Sabah evden çıktığınızda “bugün bir iyilik yapayım” diye zorlar mısınız kendinizi, yoksa iyilik denen şey sizde varolan bir duygunun imkanını bulduğunda kendiliğinden ortaya çıkan davranış kalıbımıdır.
İyilikleri, içinize attığınız bir kumbara gibi düşünebilir misiniz.
Yaptığınız iyiliği ne kadar muhatabınıza, ne kadar kendinize hissettirirsiniz?
Ruhunuz nelerden haz duyar, iyilik size iyi gelir mi.
Bir iyilik yapmak için insan seçer misiniz?
Muhtaç gördüğünüz her insana yaklaşabilir mi, fikriniz, kalbiniz?
Gözleriniz dikkatli bir tarayıcımıdır bu alanda?
Elleriniz hızla ulaşır mı onlara?
İyilikler bedeni aşıp ruhlara temas eder, gönüllerde yer bulursa bizim de gönlümüze iyi gelir.
Sizin iyiliğiniz kimden gelir, kime gider, yüreğiniz nerede atar, bütün kötülüklerden sorumlu tutuğunuz olur mu kendinizi...
Kalabalıklar, bedeni kurtarmaya yönelik iyiliklere talip, ya ruhları, kırık gönülleri kim kurtaracak?
İyilik iyi gelmekle kalmamalı, muhataplarımızın hayatlarını da değiştirebilmeli...
İnsanlığın günahını sırtınızda hissettiğiniz anlar var mıdır?
Allah'ın kulunu hangi ameliyle bağışlayacağı meçhuldür. İyiliği de “ameller” cümlesinden görmek yanlış olmaz.
İyiliğin iyilik olması için, bizim onu iyi niyetle yapmamız da yetmez, insan için iyiliğin ne olduğunu bilmek ve adabınca davranmak da gerekir. Derler ki cehenemin yolu iyiniyet taşlarıyla döşelidir.
Sahi siz nasıl yaparsınız iyiliği?
Karşınızdaki insana hissettirmeme, onu minnete mahkum etmeme gibi bir incelik de taşırsınız değil mi!
Bütün iyilikler insana döner, nasıl yaparsanız öyle döner…
İyilik yoldadır, insan bir iyilik yolcusudur.
Ve insan iyiliği muhtaçtır.
Bizimkisi iyilikten bir hayat kurma denemesi...
Olmasa da yoldayız, yolundayız…


MEHMET GÜNDEM